24 Temmuz 2015 Cuma

Ceylin ile Viyana - Mödling




















Viyana Gezisi - Grinzing Şarap Kasabası




Grinzing

Viyana'nın Kuzeybatısında, 19. kısmında (Döbling) yer alıyor. Merkezden Grinzinge ulaşmak çok kolay. 38 nolu sarı hatlı tramvay ile gidiliyor. Ayrıca otobüs de geçiyor ve Grinzing'in içinden geçen otobüs sonrasında Kahlenberg Tepesine çıkıyor. Biz öyle yaptık. Merkezden tramvay ile 20 dakika kadar sürüyor. Gerçi 1 saat de sürse, hangisinin daha güzel olduğuna karar verilemeyen evleri izlerken yol çabucak geçer.


 






Grinzing ortaçağdan beri bilinen bir yerleşim yeriymiş. O dönemde de zenginlerin oturduğu bir bölgeymiş, şuanda da Politikacıların dahi tercih ettiği bir yermiş. Osmanlı, Viyana'yı almak için geldiğinde, 2 kez yakıp yıkmışlar burayı (1529 ve 1683). Köy bundan ciddi hasar görmüş.  Bunun sonrasında da  veba salgını başlamış. (1713) Böylece köyün nüfusu yarıya inmiş. Bölge 1892'de de Viyana ile birleşmiş.
Sokaklarda dolanırken yüzlerce fotoğraf çektim. Her gördüğüm eve 'ayy ne kadar şirin' demeden geçemedim. Avrupa'da yaşayacaksam ki bu Viyana olabilir, adresim mutlaka Grinzing olmalı dedim. Tabiki Avusturya'lıların refahında yaşayabilmek için gelir düzeyinin en az orta sınıf bir Avusturya'lı kadar olması gerekemekte, o iş biraz sıkıntı :)

Eski bir filmin içindeymiş hissi veren meyhaneleri, çikolata görünümlü çatıları ile şirinlik abidesi bir kasaba Grinzing. Şarap köyü olarak biliniyor fakat bence bu ünvana, tirbuşon cenneti de eklenmeli. Çünkü yüzlerce çeşit tirbuşonun duvarlarda sergilendiği onlarca şarap evi var.







Grinzing bugün; daha çok "turistik" bir mekan. Viyanalıların pek tercih ettiği bir yer değil. Çoğu ev sahibi evini "şarap evine" dönüştürmüş zaten. Bu evlere  "heurige (hö-rige) deniyor. Aynı zamanda "genç şarap" demek heurige. 


Bazı şehirliler de her gün orada işe gidip gelmek üzere şahane evlerde ve bu sımsıcak kasabada yaşamayı tercih etmiş.










Yemek yediğimiz Restaurant'ın da  duvarları şarapçılık ve atçılık ile ilgili küçük alet edavatlarla kaplıydı ve tamamen tahta masalardan oluşan bu sempatiklik ilahı meyhanede şaraplar sürahi ile servis ediliyordu. Servis yapan güzel sarışınların hepsi de yerel kıyafetleri olan tatlı elbiseler ile geziyordu. Yalnız acayip suratsızdılar. Fotoğraflarını çekmedim bile. Bol bol etrafı, saksı haline getirilmiş fıçıları, yerlere dekor edilmiş bal kabaklarını çektim.





Bu ev benim olsun, yürüye yürüye ormanı geçip Kahlenberg'e çıkıp bir kahve içip geri döneyim haftasonları.




 &



 &



&




 &




Yemeklerimizi yiyip tramvay durağına doğru yürürken karşılaştım bu gizli bahçe ile. O kadar beğendim ki, saatlerdir dışarıda olmaktan helak olmasak buradan eve zor dönerdim.


O kadar sessiz, öylesine dingin ve huzur dolu bir yerdi ki. Böyle bir Restaurant İstanbul'da olsa, bahçesine oturabilmek için nasıl bir kuyruk olurdu acaba? 

Grinzing bağlarının üzümleri ile yerel halkın kendilerinin ürettiği ev yapımı şaraplarını içip; halk müzikleri kadar her dilden şarkılar çalan müzisyenlerin canlı performansları eşliğinde yemek yiyen herkes gibi bizim de kalkasımız gelmiyor.





 Bahçede, hemen yanında oturduğum beton kısım bir süs havuzu ve iç kısmındaki pembe çiçekler de havuzun fıskıyesini kaplamış güzellikler. Hele fıskiyenin alt kısmı havuza kadar inmiş bir succulent ile kaplıydı, onlardan bir kaç kök alıp eve götürdüm ve saksılara ektim, hepsi de tuttu. Tabii Grinzigin gizli bahçesindeki havuzda durduğu kadar şaheser olamadı.

Caddelerinde klasik müzik çalan, her yeri sanat kokan bu şehirde kısacık da olsa bir süre yaşamak isterdim.. Viyana ya da 19. Viyana olan Grinzing'de... Mutlaka bir kaç ayımı geçirmek; şehrin içine karışmak, oradan biri olmak, Avusturya mutfağına, müzik zevkine, spor turlarına, yaşam tarzlarına dahil olmak isterdim.

 'Müzik ve manzara olmasa, aklın sürekli iş gören kısmı kendini kapatır; anılardan, özlemlerden, içe dönük ve özgün düşüncelerden kaçar, bunların yerine kurumsal olan ve kesinlikle kişisel olmayan düşünceleri tercih eder.' diyor Alain de Botton. Avusturya'lılar bunu başarabilmiş bir millet.

                                                                                                                   Ekim 2013

                                                                                                                  Fatma 

23 Temmuz 2015 Perşembe

Viyana Gezisi - Kahlenberg

 Mariahilfer Caddesi 
Viyana şehrinin sanki tüketim merkezi olan bu caddede vitrin bakma deneyimini yaşamadan dönmemeli bir kadın. Süslü vitrinler, şık kadınların arasında gezinmek alışveriş seven süslü tüm bayanları memnun edecektir :) Westbahnhof ve Ringstrasse arasında cadde boyunca sıralanan dükkanlarla şehirdeki en uzun alışveriş caddesi olduğunu öğrendiğim için Mariahilfer Caddesi'ne mutlaka gitmek istedim.

Böylece bir güne de alışveriş turu ile başladık. Viyana alışveriş için pek de uygun bir yer değil. Fakat ürün çeşitliliği yönünden Avrupa'nın ilgi çekici şehirlerinden...

Maalesef Türk Parası parası açısından oldukça pahalı tekstil. 'Türkiye'de bu modeller yok, napiyim' diyerek aldığım onca giysiyi, özellikle de Ceylin için aldıklarımı, bir süre sonra İstanbul'da da gördüm halbuki. Tanıdığımız markalardan bir daha yurtdışında alışveriş yapmamaya karar verdim bu geziden sonra.



İnsana çok değer veren bir toplum olduğu için çalışanları da düşünerek mağazalar erken saatlerde kapanıyor. Haftaiçi 09:00-17:00 bazıları da 18:00'de kapanıyor.

Hele Pazar günleri şehir merkezindeki tek tük hediyelik eşya dükkanları ve müzeler haricinde tüm mağazalar kapalı.


Her şey mi güzel Viyana'da, her şey mi şirin?

Kahlenberg 

"Kaasgrabenkirche"; namı diğer "Mariä Schmerzen" (Acılı Meryem Kilisesi)


Viyana'ya gelen her Türk'ün mutlaka gittiği, Viyana'yı ayaklarınızın altına seren, yemyeşil ve nasıl oluyorsa bir bahçeymişcesine bakımlı ormanların içinden geçilerek çıkılan, oksijen fazlalığından insanı şuursuz bırakan şahane bir tepe.

Tepeye gelen Türk turistlerin hepsi, 'bakın buraları bizim olacaktı işte' ya da  'bak Osmanlı tee buralara kadar gelmiş' havalarıyla övünç aranırken; diğer turistlerin hayatının en muhteşem manzarasına bakıyormuş gibi iç çekerek milyon tane fotoğraf çekmeleri; ağızlarının üstüne üstüne vurma isteği uyandırarak;  'Bu manzaraya bayılıyorsanız, siz gelin bir de İstanbul'un boğazını görün, Hidiv Kasrı'na gidin denize bakın, Çamlıca Tepesine çıkın da tepeden manzara neymiş anlayın.' diyesi geliyor....

Kahlenberg tepesi güzel, evet gerçekten güzel, hatta nefes kesici... Fakat bir İstanbul Boğazı değil...
Farkları var tabii.. İstanbul Boğazı'na giderken çekilen çilenin, trafiğin, kalabalığın aksine, tertemiz doğanın içinden pırıl pırıl yollardan giden otobüsün geçtiği yollar tepedeki manzaradan da büyüleci. Hele ki minicik boy boy çocuklarını alıp ormana kamp yapmaya ya da spora giden aileler öyle kıskanılası ki... Otobüse doluşmuş minicik kırmızı burunları üşümüş ama yaramazlık yapmayan sarışın çocuklar...


Kahlenberg'deki Seyir Terasını işleten kişi de bir Türkmiş. Bize gülümseyerek anlattı cafe'de çalışması ve sonrasında patronu olma öyküsünü. Ben de bu işyerinin sahibi olarak aslında bir misyonu yerine getirdiğini söyledim. Para kazanmanın dışında içten içe bir milli duyguları da vardır muhakkak.

Kahveleri, tatlıları yine şahane bir cafeydi burası. Otırduğumuz masaya etraftan bir sürü Türkçe sesi geliyordu. Zaten Viyana'da öyle çok Türk var ki, metroya bindiğinizde bile kulağınıza 'hadii yaa, tamam yaa' lı cümleler çarpıyor :)


Şahane Almancası ile bize rehberlik eden ve dostluk gösteren Meyla...


Osmanlı Kuşatması Hakkında Bilgi : 


''Viyana muzaffer Türk orduları tarafından ilk defa 1529 yılında kuşatılır. Fakat bu kuşatmadan kurtulur ve derin bir nefes alır. Ama her zaman Osmanlı’nın nefesini ensesinde hissedecektir. Bu bekleyiş çok uzun sürer. 1683 yılında Merzifonlu Kara Mustafa Paşa bu bekleyişe son verir. Ve yaklaşık 200 bin kişilik ordu ile Davutpaşa sahrasından hareket eder. Osmanlı ordusu Edirne, Sofya ve Belgrad güzergâhını takip ederek Avrupa içlerine doğru ilerler.

Merzifonlunun amacı Osmanlı’nın yeniden Avrupa’nın en güçlü devleti olduğunu göstermek ve sancağı Viyana surlarına dikmektir. Fakat bu emelini gizli tutar. Hatta sultandan bile gizler.

İlk hedef Yanıkkale ve Komaran’dır. Budin Beylerbeyi İbrahim Paşa, Peşte önlerinde topladığı kuvvet ile önce Onod Kalesi’ni sonra Kalka Kalesi’ni fetheder. Kalka Kalesinden sonra Filek Kalesi de alınır. Bu arada muazzam Osmanlı ordusu 3 Mayıs 1683’te Belgrad’ın karşısında Zemun önlerine gelir ve 24 Mayıs’ta buradan hareket eder. 27 Haziran’da İstolni-Belgrad’da 1 bir harp meclisi toplanır, bu mevsimde Yanıkkale ile Komaran Kalesi’nin fethi ve Avusturya ’ya akınlar yapılması fikri görüşülse de Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Viyana üzerine gidilmesi konusunda ısrarcı olur.

Ve Kahlenberg…

Osmanlı ordusu büyük bir heyecan içerisinde Viyana’ya doğru ilerlerken Merzifonlu bu durumdan padişahı haberdar etti. Bu emri vaki karşısında padişah: “Kasdımız Yanıkkale ve Komaran kaleleri idi; Beç (Viyana) kalesi dilde yoktu; Paşa ne acip saygısızlık edip bu sevdaya düşmüş. Hoş imdi Hak Teâlâ âsan getüre; lâkin mukaddem bildireydi rıza vermezdim.” 2 şeklinde razı olmadığını dile getirmiştir. Başarısızlığı bu rızasızlığa bağlanmasa da orduların gerçek sahibinin göz ardı edilmesi tarihin bir cilvesi olarak kısa zaman sonra kendini gösterecektir.

Avusturyalılar ne olup bittiğini anlamaya çalışırken bir anda binlerce Osmanlı çadırını Kahlenberg’de karşılarında bulurlar. Merzifonlu Kahlenberg’e otağını kurup kuşatma başladığı zaman, Avusturya imparatoru ve avanesi çoktan şehri terk etmiş, Viyana’nın kuzeyinde daha güvenli hissettiği Lintz şehrine çekilmişti.3

Merzifonlu Kara Mustafa Paşa şehri sulh yolu ile teslim almak için günlerce kuşatır.

Bu arada muhasara sırasında arkadan gelecek tehlikeye karşı Kırım Hanı’na, Viyana’dan altı saat uzaklıkta bulunan Tuna üzerindeki taş köprüden geçişi engelleme görevi verilir. Fakat Kırım Hanı ne hikmettir, Lehistan kuvvetlerinin geçişine göz yumar. Leh kuvvetleri Alman kuvvetleri ile birleşerek muhasara ile uğraşan Osmanlı ordusunun arkasına gelir.

Sağ koldaki Budin Beylerbeyi İbrahim Paşa’nın isteksizce savaşması üzerine onu da geri çekilmeye zorlayarak sadrazamın otağına kadar ilerlediler. Bu arada yalnız kalan Merzifonlu vargücü ile savaşıyor şehri hasarsız bir şekilde ele geçirmek için uğraşıyordu.

Merzifonlu ne pahasına olursa olsun Viyana’yı teslim alma arzusundadır. Osmanlı şehrin merkezi olan birinci bölgeye kadar sokulur. Viyana’ya gidenler bilir, birinci bölgenin ne demek olduğunu. Viyana’nın ta kendisidir. Kalbidir orası. Merzifonlu şehri ruhu ile sapasağlam teslim almak istiyordu. Adeta kellesini koymuştu ortaya. Umulmadık bir başarısızlığın ne demek olduğunu çok iyi biliyordu. Çünkü o ruhla, o anlayışla yetiştirilmişti her Osmanlı paşası gibi. Tam bu esnada Osmanlı ordusunda bulunan Hıristiyan süvariler de düşman saflarına geçti. Osmanlı ordusunda bir panik başladı ve ordu Budin’e doğru geri çekilmek zorunda kaldı.''

Viyana Bozgunu, Avrupa’nın ortasına kadar girmiş olan Türk ordusunun son seferi olmuş...Bu bozgunun ardından Avrupa'da Türklerin yenilmez olmadığı anlaşılmış...

Keşke Viyana bizim olsaydı, Mozart bizim olsaydı... Ama Klasik müzik olur muydu ki o zaman? Mozart Ahmet Özhanımsı bir ilahi seslendiricisi mi olurdu acaba? :)


Merzifonlu’nun uğruna kellesini verdiği Alamandağı yani Kahlenberg'in manzarasına bakınca  etkilenmemek imksansız. Sırf bu manzara için dahi sefere çıkmış olabilir Osmanlı Paşası..

Tarihin döndüğü yerlerden biri olan tepede rüzgarla, bizi mest eden ormanın sessizliği ile; karşımızda kıvrıla kıvrıla akan Tuna nehrini, yemyeşil ormanları ve tüm ihtişamıyla Avrupa'nın sanat şehri Viyana'yı izleyip Şarap Kasabası'na doğru hareket ettik.

Şehrin en yüksek tepelerinden biri Kahlenberg'de yılbaqşı gecesi çekilmiş Havai Fişekler patlarken ışıklar altındaki Viyana'nın görüntüsü...
      

                                                                                                                            Ekim 2013,
                                                                                                                                Fatma